Seylokis, zeytin ağaçlarının arasında gezinirken bir kere daha ne kadar mutlu olduğunu hatırladı. Akdenizin öyle bir havası vardı ki, arabesk bir yaşam bu topraklarda asla barınamazdı. Derken dalların arasında bir şeyin kıpırdadığını duydu. Tüyleri hafifçe ürperten o yere biraz daha yaklaşınca üstü insan, belden aşağısı keçi bir yaratığın olduğunu gördü. Dehşet dolu gözlerle sessizce yaratığı seyretmeye başladı. Tekinsiz hissettiren bu macera aynı zamanda tarifsiz bir keyif de yaşatıyordu ona.
Yarısı keçi olan bu yaratığın bir şeyler mırıldandığını duydu. Duymasına duyuyordu ama bir türlü ne dediğini tam kavrayamıyordu. Sözleri anlamlandırmak için beynini daha da zorlarken bir anda yaratığın önünde bir kapı belirdi. Yaratık kapıya doğru birkaç adım atarak gözden kayboldu. Seylokis birkaç saniye daha bekledikten sonra kapının hala açık olduğunu görünce düşünmeden öne doğru atladı ve kapıdan içeri girdi.
Birkaç saniye içinde beyninden tonlarca düşünce geçmişti. Ne yapıyordu? Niye böyle saçma bir şey yapmıştı? Onu ne bekliyordu? Sessiz sedasız ölüp gidecek miydi yoksa?
Sadece birkaç saniye içinde beynin kemiren bu soruların altında ezilmek üzereydi ki kendini bir anda tekrardan ormanda buldu. Ne olduğunu anlamak için biraz yürüyünce bir tepeye vardı. Tepenin ardında gördükleri onu şok etmişti. Küçük evler, Pazar yerleri, kolezyumlar, beyaz kıyafetlere bürünmüş görece ilkel insanlar… Bu gördüklerinin tek bir anlamı olabilirdi: Her nasıl olduysa Antik Yunan dönemine gelmişti.
Geri gidip kapıya ulaşmak ve ait olduğu zamana dönmek istedi. Ama geldiği yere gidince artık ne bir kapı vardı ne de o keçi ayaklı yaratık. Başka çare yok diyerekten tepenin ardında gördüğü yere doğru yürümeye başladı. En sonunda şehir merkezine vardığında insanların arasından geçerek tüm sokakları dolaşmaya başladı. Kendini aşmış olmanın ve sınırlarını zorlamanın verdiği o tatlı keyif bünyesinde yabancı olduğu bir mutluluk hissini canlandırmıştı.
Bu mutluluğu hissettikçe daha da çok motive oldu ve tüm dükkanları dolaşmaya başladı. Birkaç baharatçı, kumaşçı ve dericiyi gezdikten sonra en sonunda aynalarla dolu bir dükkana girdi. Dükkanın en ucuna doğru sakin adımlarla yürüdü. En sonunda devasa bir aynanın önünde durup kendini izlemeye başladı. O kapıdan girmeden önceki haliyle şimdiki arasında anlaşılması zor bir fark vardı. Artık sanki bambaşka biri olmuştu. Daha cesur, daha atılgan, daha bilge, daha mutlu… Bu düşüncelerin içinde kendini yavaş yavaş kaybederken aynadaki yansımasına daha çok daldı. O kadar dalmıştı ki görüntüler birbirine geçmeye, silikleşmeye ve en sonunda kaybolmaya başladı. Gözünün önünü karanlık bürüdü ve en sonunda tok bir sesin şu sözlerini duydu: Artık uyanabilirsin.
Gözlerini beyaz renklerin hakim olduğu bir ofisin divanında açtı. Önce ne olduğunu anlamaya çalışır gibi ellerine baktı. Vücuduna dokundu ve kendi gerçekliğinden emin oldu. Sonra da yanı başındaki sakallı adama baktı. “Geçmiş olsun. Yine çok verimli bir seanstı. Her seferinde bilinçdışını bana daha da çok açıyorsun” dedi adam. Birkaç saniye daha olanlar üzerinde düşünen Sedef, en sonunda buraya geliş amacını hatırladı: Travması olan pek çok normal insan gibi geçmişinin yükünden kurtulmak için hipnoz seanslarına katılmaya karar vermişti. Az önce gördüğü düşle birlikte dördüncü seansını tamamlamıştı. Yavaşça yerinden kalktı. Cüzdanından parayı hızlıca çıkarıp psikoloğa uzattı. Psikoloğun “Haftaya tekrar görüşürüz.” sözlerine kayıtsız kalarak kapıdan çıktı. Bu akşam yatağında uzun uzun düşünebileceği bir anı geride bırakıp gerçek hayatına dönmek için yola koyuldu.